TR EN

Away Blog 2: Hande Baladın

10 Aralık 2021

 

Öncelikle Tigers’ın diyarı Eczacıbaşı Spor Salonu’ndan çıkış yapmak üzere otobüsün en arkasında hakimiyetini korumuş Simge Aköz’den herkese selamlar. Günlerden 2 Aralık ve saat 06:30. Kurduğum beş farklı alarmın sonunda geç kalmadan otobüse kendimi atabildim. Bir insan her seferinde mi kesin bir şey unuttum der. Neyse formalarım yanımda, ona baktım. Gerisi boş, unutabilirim. Duydum ki burada sırlar konuşuluyormuş. Duydum ki daha önceki blogda Elif size birkaç sır vermiş. Tamam o zaman sıra bende. Merve otobüste yok. Uyuya kalmış. Biz de gidiyoruz. Arkadan uçakla gelecek heralde… Neyse Merve’cim sağlık olsun, Ankara’da görüşürüz artık :) Kendine iyi bak, varınca yaz.

 

 

Bu da otobüsün arkasında krallığını ilan eden Sinnnnnge ve aslında herkesin bu fotoğrafta olmasını beklediği Maja Ablamız. Simge’m adeta Maja buradaymış gibi sarılmış ona. Maja İstanbul’da kaldı. Çok fazla maç yoğunluğundan, havaların değişkenliğinden ve antrenman temposundan yorgun düştü. Maja yerine takımımızın en küçüğü Dilay bizlerle olacak. Bence çok tatlı… İlk A Takımı maçıma çıktığımı düşünüyorum da … Tey teeeeey…Dilay’la alakalı elimde bir fotoğraf var, onun hikayesini de sonraki fotoğraflarda görme fırsatınız olacak.

 

 

Veeeee yolculuğumuz başlıyor. Uçak kadar otobüs yolculuklarını da çok seviyorum. Hatta belki de otobüs yolculuklarını daha çok seviyorum. Biniyoruz ve iniyoruz. Havaalanındaki o kaostan ziyade otobüste sevdiğim insanlarla geçirdiğim vakit daha kıymetli ve özel geliyor. Aslında her otobüs yolculuğu yeni bir heyecan gibi. Düşünsenize otobüse biniyorsunuz, otobüsün ilk saatleri, taa ki kahve molasına kadar çıt çıkmıyor. Arka tarafta sadece Elif’in gördüğü ayaklar. Hatta bir ara arkama baktım ayak da yok. Dedim eksik miyiz. Sonrasında verilen ilk kahve molası ve anında yüklenen enerji. Bu resim de 2.5 saat sonra kahve molası için durduğumuz ve bir anda uyandığım an.

 

 

Kahveler yüklendi, yolluklar alındı. Son 2.5 saat. Hava soğuk ama bizi koruyan uzuuuuun kabanlarımız var. Ben hala uyanmaya çalışıyorum. Herhalde birazdan uyanırım gibi. Tamam :) Elif’i, kahveyi ve yüzündeki mutluluğu gördükçe geçen haftalarda sponsorumuzla çektiğimiz kahve videosu aklıma geliyor ve istemsizce gülmeye başlıyorum. Siz daha videonun bir kısmını gördünüz. Bunun ikinci ve üçüncü bölümleri var… Bir latte art yaptık. Sanattan başka her şeye benzedi bence. Yok kalbimize giden yollar, yok İtalya’nın çizmesi, yok Saliha’nın adını bilmediğim ama kesinlikle benzettiğini düşündüğü hayvan emojisi…

 

 

Saliha demişken… Şimdi de otobüsün en arkasındayım. Simge biraz da olsun her zamanki gibi fotoğrafta çıkmayı başarmış.  Fatma’nın pozitif enerjisi ve canım Saliha. Saatler geçtikçe otobüsün koltukları biraz canımı sıkmaya başladı desem? Neyse ki tam çıkış kapısının arkasındayım. Yani ayaklarımı tavana dikecek bir alanım var.

 

 

Bi kolonya?

 

 

Otobüsün arkasında olduğumu söylemiştim. Bir de buradan bakın manzaramıza. Çok boş gibi gözüküyor ama herkesin tekli koltuğu var. Gerçi aramızda tekli koltuğa bile sığamayanlar var. Bu tekli koltuklar en çok Zeynep ve Simge’ye yaradı. Gerçi Simge’nin en arkada 3 koltuğu falan var… Saat 11.00’e yaklaşıyor. 12:30’da öğle yemeği, sonrasında uyku, toplantı ve antrenman.

 

 

Bizim takımın en sevdiğim özelliklerinden biri fotoğraf çekme hobisi. Bence grup olarak çok güzel bir alışkanlık kazandık. Bundan seneler sonra değil de, bir sene sonra bile geriye dönüp baktığımızda ne kadar güzel anılar biriktirmişiz diyebileceğiz. Saat 18.00. Ankara’nın soğuk havası içimize işledi, yine çok kalın giyindik ve otobüsümüze doğru yürüyoruz. Güneş henüz batmamış, manzaramda Simge ve Tico. Antrenmana giderken hangi şarkıyı açalım diye düşünürken, derin bir oh çektim.

 

 

Ve Ankara’daki ilk antrenmana doğru yola çıktık. Otobüse biner binmez karşıma çıkan ikili: Merve ve Dilay. Merve ile müzik devir teslimimden sonra kendisinden oldukça memnun olduğumu söyleyebilirim. En azından ne istersek modumuza göre onu açıyor :) Bi de büyük hoparlörümüz yok mu. Elif de bahsetmişti, her yerde bizimle. Müziğin hayatımdaki yerini anlatmama gerek yok diye düşünüyorum. Tanıyan, tanımayan herkese sorun, beni tanımlamalarını istesem, müziği ilk sıraya koyanlar bile olabilir. Aslında bu tutku küçüklükten geliyor. Her zaman bana müziğin iyi geldiğine inandım. Maçlardan önce, soyunma odasında, kulübe gelirken arabada, antrenman sonrası eve dönerken, çok sevdiğim bir ortamda yakın arkadaşlarımlayken, ağladığımda, çok güldüğümde, adeta ruhumu besliyor.

 

 

Antrenmandan geldik, otelde bize ayrılan bir bölümde yemek yedik. Daha sonrasında isim sponsorumuz Dynavit’ten takıma sürpriz pasta ve çiçek vardı. Pastayı gömdüm, yemedim desem yalan söylemiş olurum. Pişman da değilim, en sevdiğimden, çikolata ve çilekli. Bu resmi de kaptanlarımızdan Tika odaya çiçeğiyle kendi kendine ‘Aman aman aman kim geliyor, kral geliyor’ şarkısını söyleyerek girdiğinde çektim. Kendisi gerçek bir kral :) Siiinnnnnnnge’den ayrılmam herkesin kalbinde derin bir üzüntü bıraktı biliyorum, başlarda benim için de çok zordu ama sanırım bu ayrılığa alıştık…  

 

 

Kocaman sarıldım Tico’ma.

 

 

 

Maç gününden, hatta sabahından herkese günaydın mı? Tünaydın da olabilir. Maç 14.00’te. Erken olan maçlardan sonra genelde otobüse yemek söylüyoruz ve direkt hiçbir yerde durmadan yola çıkıyoruz. Tabii Bursa dışında. Bursa’ya gideriz de İskender yemez miyiz. Ve karşınızda Dilay’dan sonra takımın minnoşu Zeynep. Zeynep böyle minnoş gözüküyor ama antrenmandan önce ortaya toplandığımızda bir ‘1-2-3’ deyişi var, sanırsanız yüksek sesle balkon konuşması yapıyor. Minnoşluğu konuşana kadar :) Hepimizden gür sesi var. Bir de Ankara’da montun altına hava soğuk değilmiş gibi tayt giyecek kadar da delikanlı…

 

 

Maça giderken kore yapımı kalbimiz olmasın mı? Bu küçük kalbi Yaki (Yeon Koung Kim) bizdeyken yapmayı öğrendik. Bunu da takımda çok kullanıyoruz. Mesela antrenmanda karşı sahadan kendi sahama küçük kalp aldığım bile oluyor. Her zaman küçük mutluluklardan bahsediyoruz. Buraya da kalbimizi, küçük bir mutlulukla bırakmayalım mı…

 

 

Veeeeee müzikten sonra takım içindeki ikinci devir teslim törenini maç otobüsünde gerçekleştirmiş olduk. Maç içerisinde teknik ekibin bizden istediği pasör analizlerini Elif Dilay’a anlattı. Üzerine de konuştular. Bu kağıtta da Elif Dilay’a neler yapması gerektiğini gösterdi.

 

 

Maç öncesi soyunma odasındayız. Ankara deplasmanlarını çok seviyoruz çünkü bir şekilde bir yerlerden hediye geliyor… Eeee bir keresinde ne demiştim, hatırlarsınız… Beleş mal, baldan tatlıdır. Yok yok şaka. Bu yastıkları çok sevdik. Hepimizin isimleri yastıklarda yazıyor. Yastıklar bir de bir yumuşak, size anlatamam. Dönüş yolculuğu daha bi çekilir geldi gözümde…

 

 

Madem maç sonu mikrofon elimizde, otobüste başlamayalım mı şarkı söylemeye? Başlayalım ama size öncesinde bir şey anlatayım. Hani bir oyun var, şarkıyı söylemeye başlıyorsun, durduğun kelime ile yanındaki oradan yeni bir şarkı söylemeye devam ediyor. O bizde genelde şöyle oluyor, yeni bir kelimeden başlayan şarkıyı o kadar yanlış söylüyor ki gülme krizine giriyoruz. Yeni kelime ile alakasız, başka şarkıların karıştığı ve kesinlikle kelimelerin yanlış kullanıldığı bir oyuna dönüyor. Ama girdiğimiz gülme krizlerini bir hayal edin derim.

 

 

Maçımızı kazandık, dönüyoruz. Saat 17.42. Bu koltuğu sizlerle tanıştırmak isterim. Kendisi Laura ama Laura yok. Yarın izinli günümüz olacağı için bizimle dönmedi. Ama ben tabii ki kendisini ve koltuğu ölümsüzleştirmek istediğim için burayı da çekmek istedim. Kendisinin bu vesileyle kulaklarını çınlatıyor, İstanbul’da görüşmek üzere diyorum.

 

 

Yolculuğa çok hazır olan ve önümüzdeki 5 (inanır mısınız 7 saatte döndük…) saat boyunca peluşuna sarılacak bir Mc bırakalım buraya. Saat 21.00, biraz sinirler bozuk. Gidiyoruz gidiyoruz yol bitmiyor. Sanki oturduğumuz yerden otobüs ilerlemiyor gibi. Otobüsün bir de suyu mu bitmiş bir şeyler olmuş, klimayı açamıyoruz. Şimdi de camlar buharlaşmaya başladı. Kalan süreye bakıyoruz, 10 dk sonra yine bakıyoruz, yok, aynı. Sinnnnnge’nin klostrofobisi tuttu. Arkada beni çıkarın diye bağırıyor. Bir an biz acaba Ankara değil de, Aksaray’dan mı dönüyoruz dedik… Yazımın başında otobüs yolculuklarını ne kadar çok sevdiğimi söylemiştim... Bir daha düşüneyim derim.

 

 

Bu fotoğraf da otobüsün mecburi 30 dk mola verdiği anda çekildi. Daha öncesinde kahve için saat fark etmez demiştik. Saat 22.20. Hala gitmemiz gereken mesafe… Bunu düşündükçe negatif bir yorum yapmamak için ağzımı saç tokam ile kapatmaya karar verdim. Kelimelerin kıyafetsiz (bu da takımda kifayetsiz yerine kullandığımız kelime) kaldığı bu resimde daha fazla yorum yapmadan, sizlerden Laura ve Elif’i yorumlarınızı bekliyorum…

 

 

Dönüş yolunun sonuna gelmeden Ferhat Abi’nin bu mutlu resmini paylaşmadan bu blogu bitirmek istemedim. Kendisine her zaman şunu söylüyoruz ‘Ferhat Abi sen Netflix’de bu dizinin bu karakterine benziyorsun’. Hatta sonra da abi yeni sezon çekimleri nasıl gidiyor… Bu diziyi sizinle paylaşmayacağım… Sırları açığa dökelim dedik ama bazı şeyler de aramızda kalmasın mı… Bu fotoğrafı da şöyle çektim. Ferhat Abi telefonuyla ilgileniyordu, ben sağındaydım. Daha önünü görmüyorken abi dedim, baktı, çektim. Kızmayacağını düşündüm Ferhat Abi, blogu güzelleştirdiğin için teşekkür ederim.

 

 

Bitmedin be yolculuk, bitmedin. Saatlerimiz 23.39’u gösterirken kulübe kalan varış süresinin 9 dk olması bile yüzümü güldürmedi. Neyseeee, tabii ki eğlendiğimiz, kazandığımız, çok keyifli vakit geçirdiğimiz bir deplasmanın sonunu pozitif bitirecektim. Away Blog’un ikincisinin sonuna geldiğimize göre, sizlere beni dinlediğiniz ve sabırla okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Sizlerin desteğini sosyal medyadan hissederken, bizler de sizlere sosyal medya aracı ile kendimizi ifade ederek ortamımızı hissettirmek istedik… Bizleri desteklemeye ve takip etmeye devam edin. Bu arada, ben bu yazma işini çok sevdim… Sıra Slovenya’da Sinnnnge’de.

 

Sizleri seviyorum.

 

Sevgiler,

Aşk kadın, Hande Baladın.

 

Blogu Paylaş

Eczacıbaşı Spor Kulübü Ürünleri Tümünü Gör

Dynavit